Bu yazıda, seks kölesi olarak “yaşamaya” devam eden bir orangutanın hayatından yaşadığımız bedensel pratiklere dokunmayı istedim.pony

Aklımdaki soruları yazarak bu yazının da gidişatına dair yol haritasını şöyle çıkardım: İlk olarak Pony kimdir? Neden bir “hayvan” üzerinden “kadın” beden/ten deneyimlerine odaklanmak istedim? Pony’den “bizi” farklı kılan birşey arama ihtiyacı nerede, nasıl ve neden doğdu? Pony’nin seks kölesi olmasında ona yaşatılan süreç, onun yaşadıkları, bedenine müdahale (ve bunun gibi birçok şey) kimin arzusu dolayımında hayat buluyor? “Kimin bedeni kimin kararı” sorusununda Pony nerede? Cinsel pratiklerde, hayvan ve kadın bedeninin kayıp gönderge haline getirilmesi ve bu bağlamda ortaklıklarımız. Eril şiddetin tüm biçimlenmiş hallerine karşı mücadelede “faili” nerede tutuyoruz ve bu bağlamda şiddeti uygulayan faillerin varlığı, şiddet mağdurlarının çığlıkları arkasında nasıl da kayboluyor? Ve son olarak pürüzsüz bir beden arzusu, sadece “erkek fantezisi” ile ilişkili midir?

Pony, (erkeklerin çoğu için orangutanlarla seks yapmanın orjinal görülmesinden dolayı) binlerce seks kölesi oragutandan sadece bir tanesidir. Pony, altı-yedi yaşlarındayken Borneo’daki bir fuhuş köyünde, duvara zincirlenmiş bir halde bulundu. Bir kadın tarafında uzun süredir alıkonulmuş olan Pony bulunduğunda, tüm vücudu traşlıydı (hergün traş ediliyor, bu nedenle derisi kızarmış, tahriş olmuş ve sivrisinek ısırıklarını kaşıdığı için enfeksiyon kapmıştır) ve yanına bir erkek geldiğinde anında arkasını dönüp kendisini sunuyor, cinsel hareketler yapıyordu. Ayrıca erkekler Pony’ye yüzükler ve  kolyeler takıyordu.[1] Tam da bu noktadan hareketle, Pony ile ortaklığımızı ve bu ortaklığımızın inşasına bakmak lazım. Bu erkeklik (ve de insanlık) inşasının bize yaptıklarına: kayıp gönderge, başkalarının arzusuyla şekillenmiş bedenler, seks köleliği, mağdur-fail ikiliği.

Bu yazıda sadece “tüysüz” beden arzusuna odaklanmak istemiştim ama bir baktım ardarda sorular yazıyorum. Elbette tüm bu sorulara cevap bulmak kolay olmadığı gibi salt bir şekilde cevap aramak niyetinde de değilim –ki tek bir cevabın olduğunu da düşünmüyorum.

Şuan binlerce hayvan (insan da dahil) tecavüze uğramakta, seks kölesi[2] olarak çalıştırılmaktadır. Ayrıca beden ve arzularımız, patriyarkal sistem tarafından sınırlandırıldığını; başka beden ve arzu yaratımındaki “başkasının varlığı”, istemediğimiz (bunu ben mi istiyorum dediğimiz) birçok şeyi yapar halde kendimiz bulmamız? Benim bedenim, benim kararım derken, bunun imkanlılığını deneyimleyip/deneyimlemediğimiz. Pony, öyle bir örnek ki, dışımızda tuttuğumuz bir canlının, “bizimle” aynı nedenlerden dolayı aynı süreçleri yaşayarak, nasıl “sömürüldüğünü” görmemize neden olduğu gibi feminist söylemi, insan merkezli yerden “başka” yere taşıma ihtiyacını gün yüzüne çıkarıyor. Veganfeminist söylem gerekliliği, kendini burada konumlandırdığı gibi “karnist” sistemin ezileni olan “hayvan” ile eril/patriyarkal sistemi ezileni “kadın” arasında bir ortaklık üzerinde kendini buluyor. Bu ezilme, “bizim” kayıp göndergelik halimize şöyle işaret eder[3]: “Et, yumurta ve süt ürünleri üretimi yoluyla hayvanlar kayıp hale getiriliyor” (Adams, 2013: 16), “patriyarkal kültürdeki kayıp gönderge sistemi, daima diğer baskı altındaki grupları akla getirir” (Adams: 103). “Hayvanların kürk ticareti yoluyla gördükleri baskı ve siyahların köle olarak gördüğü baskı arasındaki bağlantı”, ırkçılık ile kayıp gönderge arasındaki görmemiz gereken bağdır (Adams, 105). Bu kayıp gönderge hallerinin örneklerini çoğaltabiliriz elbette ama sınırlılıklar nedeniyle bu yazıda Pony ile kadınların odağından dışarı çıkmamak gerekiyor.

“Pony ile neden ortaklaşamıyoruz?” sorusunda “karnizmi” ve/ya “türcülüğü” görmek önemlidir. Adams (2006: 107-108), “kendi yaşadığımız ihlalleri anlatırken, hayvanların deneyimlediklerine benzeterek kayıp göndergelerin ataerkil sistemini biz ayakta tutarız. Mesela dayak yedikten sonra doktora giden bir kadın duyarız. Doktor kadının bacağının “bir kasabın vitrininde asılı duran çiğ et parçası gibi gözüktüğünü” söyler. Feministler bu tanımı kadının maruz kaldığı baskıyı anlatan bir metafora çevirir” derken radikal feminist söylemin, hayvanın uğradığı baskı ile patriyarkal sistem (veya feminizm-hayvan özgürlüğü meselesi) arasında kuramadığı bağa dikkat çeker. Hayvanlar, nasıl et parçasına dönüştürülüyorsa, tecavüze maruz kalıyorsa; bu olayın “failleri” tarafında da “kadınlar” aynı süreci yaşıyor (ama diğer yandan kadınalr tarafından hayvanlar kayıp gönderge haline dönüştürülüyor). Ki bu nedenle Pony’nin yaşadıkları ve Pony’e bakış ile bizde olan arasında bir fark yok. O nedenle “kimin bedeni kimin kararı” sorusunu veganfeminizm üzerinden de (tekrar) okumak gerekir.  Karar verme sürecinde, kendi bedeni adına konuşamayan/özne olamayan bedenlerin varlığı, sadece Pony değil binlerce “ezilen” grup (“kadınlar” dahil) üzerinden bu soruya tekrar bakmayı gerektirdiği gibi et parçasına dönüşen hayvanın ölümü, bir kadın cinayetinden daha farklı ve değersiz değildir.

Eril şiddetin failliği ve mağdurluğu üzerinden Sancar (2011: 215-6) “şiddetin, ‘erkek doğasının’ bir tezahürü olarak kabullenilişi ve bunun zıddı olarak, kadınların da ‘doğaları’ gereği barışçıl olduğunun düşünülmesi, ‘özcü’ ve ‘indirgemeci’ bir görüştür. (…) Ayrıca her erkeğin şiddet uygulamayı kabullendiği ve bunun itirazsız gerçekleşleştirdiği söylenemeceği gibi, her kadının da tamamen şiddet kullanmadan uzak bir biçimde yaşadığı iddia edilemez. (…) Burada unutulmaması gereken şey, ‘eril şiddet’[4]in yarattığı kazançların, erkekler arasında paylaşımını düzenleyen devlet, piyasa, aile, heteroseksüel, evlilik, kadın bedeni ticareti gibi ‘erkek egemenliğini’ düzenleyen alanlar ve kurumlar ile içiçe geçmiş yapısıdır. (…) Şiddetin uygulayıcıları çoğu zaman erkekler” olduğunu söylerken Pony’nin yaşadıklarının nedeni eril şiddet ve erkek gözü/fantezisi olduğunu görmemiz lazım. Farklı olanı orijinal olarak kuran ve Pony örneğinde de göreceğimiz üzere farklı deneyimleri yaşama arzusunda olanın “karşının özneliği”nin kaybolmasına neden olması söz konusudur: tecavüz, tecavüz pornoları, zoofoli ve pedofiliye ilgi. (Sorular hep!) Buradan eril şiddetin Pony bedeninde biçimenmiş halini, erkeğin ona yanaşması halinde, arkasını dönmesi ya da “cinsel” hareketlerde bulunmasında görebiliriz. Eril şiddetin faili erkek ise şiddetin varlığını yok etmek adına, mağdurun (özne olamayan) arzu duyduğunu dillendirebilir ve/ya bu eylem karşısında ona hediyeler sunmanın şiddeti yok ettiğini düşünebilir. Peki şiddet yok mu oluyor? Tecavüzcüsü ile evlenmek zorunda bırakılan veya her gün ev-içi tecavüze maruz kalan kadınlar (biz) ile Pony arasındaki fark nedir? Eril şiddetin kurbanı olarak, faili görmek yani bizi kurban eden, kayıp gönderge haline getiren ve öldüreni görmek önemlidir ve bu failin çoğunlukla “erkek” olması tesadüf müdür? Faili görmek adına, “özcü ve karşıtlığa dayalı düşünüş türü”nden (Newman, 2001: 282) kaçınmak gerektiğinin ve “ezilmelerimizden dolayı değerli kılınışımıza”[5] da karşı çıkmamız gerektiğini de söylüyorum. (Ancak her gün eril şiddeti iliklerimde hissederken bu soruları da ayrıca soruyorum kendime.)

Ve küçük bir not, Scully’in tecavüze, failler üzerinden baktığı çalışma[6] burada önemlidir.

Son olarak, Pony’nin traşlı bedeni üzerinden kadına (da) yüklenen tüysüz, fit, makyajlı bir beden idealinin eril-patriyarkal-kapitalist sistemin bir fantezisi olduğuna inanıyorum. O yüzden Pony ile farkımız yok, sadece ezilmişlik üzerinden buna bakmıyorum aksine insan odaklı düşünmeyi reddettiğim için böyle düşünüyorum.

Sevgi ve dayanışmayla,

yasemin

[1] Ayrıca bakınız: Mountain, Michel (2012) Tecavüzün Gerçekten “Meşru” Olduğu Yer: http://hayvanozgurlugucevirileri.com/2012/08/25/tecavuzun-gercekten-mesru-oldugu-yer/

[2] “Seks kölesi” derken “seks işçiliğini” kastetmiyorum. Bahsettiğim şey, kölelik koşullarının yeniden üretilmesi ve oradaki tahakkm ilişkilerinin varlığıdır.

[3] Eklemek gerekir ki, “ … “kendimi et parçası gibi hissettim”… tecavüz mağdurlarının ve dayak yiyen kadınların özelinde, hayvanların ölüm tecrübesi kadınların yaşarken deneymlediklerini resmetme işlevi görür.” (Adams, Carol (2013) Etin Cinsel Politikası, Ayrıntı: İstanbul, s. 101)

[4] Eril şiddet, yaş, sınıf, cinsiyet ve etnisiteye dayalı hiyerarşilerde yapılandırılmış ve en güçlünün kazanacağı biçimde örgütlenmiş bir davranışlar bütünüdür. (Sancar, Serpil (2011) Erkeklik: İmkansız İktidar, Metis: İstanbul,  s.216)

[5] Ayıca bakınız: Newman, Saul (2001), Bakunin’den Lacan’a: Anti-otoriteryanizm ve İktidarın Altüst Oluşu, Ayrıntı: İstanbul.

[6] Bakınız: Scully, Diana (1994) Tecavüz: Cinsel Şiddeti Anlamak, Metis: İstanbul.

not: deli kadın’ın dördüncü sayısında yayınlanmıştır.

http://bianet.org/bianet/medya/160755-feminist-dergi-deli-kadin-raflarda

cropped-10492398_10152590180953817_2848210200147873741_n.jpg