Hannah hoch

anladım ki…

(yalan söylüyorum elbet yine anlamadım/anlayamadım.)

kendimi her defasında geriye çek(il)(e)rken buluyorum. uzlaşamıyorum, uzlaşma derdinden ziyade uzlaşabileceğim varlıklar ile ağ örmeye çalışırken düğümler atarken/atılmış düğümleri çözerken daha çok düğümlendiğimi, düğümün içine hapsolduğumu gördüm. hapsettim kendimi, kendimle boğuşurken, kendi düğümlerime üfleyememişken… her dokunuş, her bakış, her temas der der duruyor(idim);;; oysa artık uzaklaşmak istiyorum kendimden, kendimin öte(ki)ler(in)den, ötesiz berisiz: ötekisiz olarak(tan)…

hannah hoch

hani birileri bilir seni, merak eder ya. bazen o birileri, o düşündüklerini yapmaz: çünkü düşündüğün gibi değildir: beynimde yarattığım kişilerden yoruldum/sizi siz gibi görmek istiuyorum artık. başkası olabilme (başkalaşma) ihtimalinizi gözden kaçırmadan. her defasında “yere düşüp dizi kanayan çocuk” gibi yüreğimin kanamasını (izlemek) istemiyorum.

//

yabancıyım:birşarkıdokunuşu

https://www.youtube.com/watch?v=0dhkvdKNmeA

“Tanımazsınız beni çok uzaklardan geldim ben

Ama olmadı nafile yabancıyım
Başta hep böyle olur diye avuttum kendimi
Heyecanla ve umutla tuttum sözlerimi
Gülmeye çalıştım kötü esprilere
Yapamadım nafile yabancıyım”

//

hannah hoch

Beynimi kemiriyor, kelimeler. Kelimelerin anlam(sız)(lı)lıklarında boğuluyorum: kendimi anlatamamaktan yıldım. sanırım artık zor bağlar kuruyorum. kabul.

**uyurgezer gibiyim: https://www.youtube.com/watch?v=gpV0S7qAPHc

“Her gün bir kez bu kitabın başına geçtim. Her gün bir kez dışarı çıktım kırık bir bulutla yürüdüm, her gün bir insana bakıp, yüzümü yere eğdim. Her gün bir gazeteye boş gözlerle baktım. Her gün birileri konuştu, onları dinliyor gibi yaptım. Her gün bir kez “neredeyim” diye sordum kendime. Her gün bir kuzey kışı indi içime. Her gün karşımda duran fotoğraflarına baktım. Bir kez öfkelendim her gün bir kez sordum kendime neden bu kadar bağlandın. Her gün adalet ve zalimlik üzerine düşündüm. Belki de her şey. Her gün bir barbar, bir medeni ile gezdim sokaklarda. Minareleri her gün sabaha ezan sesleriyle ben açtım. Her gün bir perdeyi aralamaya çalıştım. Her gün hiçbir şeyi anlamadığımı düşündüm, her gün her şeyi anladığımı düşündüm. Güvercinleri yolculadım. Her gün, günlere dayanamadığımı düşündüm. Kitapları alt alta dergileri kıvırarak yan yana dizdim. Ne idüğü belirsiz yerler benimle yürüdü. Gördüğüm her “cümle” bana bir bıçak gibi battı, anlamadım. Her gün bir taş parçası söktüm içimden. Her gün uyku beni koynuna alsın diye yalvardım. Her gün, gün bitiyor gece bitmiyor dedim. Her gün işlerin beni avutmadığını gördüm. Ayrılık günlerini sonradan niçin sisli bir perde gibi hatırlarız diye sordum. Öfkeni unutma dedim kendime her gün, unutursan düşersin dedim. Her gün en az bir saati ayakta durmaya, dimdik durmaya ayırdım. Her gün ömür sözcüğünü bir kez kalbimden geçirdim. Her gün ömür sözcüğü kömür gibi tınladı içimde. Her gün sana içimden bir kez “sevgilim” diye seslendim. Her gün sana bir kez “zalim” diye seslendim. Her gün, yan yana oturup birbirine rikkatle bakan iki yaşlı kadını düşündüm. Her gün o kadınların bu fotoğrafı yırtıldı dedim. Her gün “âh” ettim bir kere, bir kere o âh’ı geri aldım. Her gün “yol arkadaşım” dedim, kahırla kapladım sözlerimi. Her gün acını tattım. Her gün unutmak için değil, unutmamak için ağu kattım kalbime. Her gün insan olmak ne çok kusur içeriyor diye düşündüm. Her gün bir kilidi açmaya çalıştım. Başka bir şey vardı, başka bir şey; ben sana dünyanın değil yeryüzünün diliyle seslenmiştim. Çile nedir, günah ne? Bana ne bunlardan. Dünyanın merkezi sendin her gün ben senden uzayan uçsuz bucaksız bir kara. Karrrrrrrrrraaaaaaaaaaaaaa.” (birhan/y’ol)

//

özlediklerim acaba beni özlüyor mu 🙂

//

didem’im mısralarına düştüm: tepetaklak/didem’in mısralarından düştüm: büyük bir güç ile. bıktığım şeyler ve yeşil fanila şiirin karmşasıyla selamlarım herkesi/kendimi.

“gözlerin bir yeşil fanilaydı balkonda uçuşan Sicim yağmur taklidi Bıkmıştım zor geçen kışlarımı anlatmaktan Bardağa birkaç çiçek ıslamaktan. Parmağımın ucunda kırmızı kenarlı bir bulut Onu uzatırdım sana, yalnızlık gibi iri bir damla Parmağıma düşen bir damla kandı aşk. Seni sevince pazara çıktım sevinçten Enginar aldım “süper enginarlar” diye bağıran adamdan Oturup ağladım sonra, şaşırdın. Bu “süper” oluşta canımı acıtan bir şeyler vardı. Canımın acısıydın. Ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım. Sevişmiştik. Evde binlerce tespih böceğinin ayak izleri Sevişmiştik. Biri başımdan aşağı pırıltılarla dolu bir sözlüğü boşaltmış gibi Seni sevince kıpırdayan her şiiri Kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum. Sonra gittin. Birlikte kışlıkları naftalinleyecektik. Söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim. Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine. Sonra gittin. Çocuk oldum bir daha, ağladım. Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı. Kitaplar, aşk, her şey. Her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım. Keşke nane şeker gibi mentollü bir buluttan doğaydım Sonra gittin.

Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi. Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı. Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı. Söz dedim, söz verdim. Yüzüme bir daha çiçekli masa örtüleri sermeyeceğim. Sokakta kuş ölüsü bulmuş çocuk gibi ağladım Söz verdim, söz verdim. Ruhumu gömdüğüm yer hala belli. Güneşi özledim, sonra seni Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım. Sonra gittin Gözlerin bir yeşil fanila unutulmuş balkonda Sicim yağmur taklidiydi Artık iyice inceldi.”

Mart2015/izmirdebirvaroşmahallesindebirevinpembeboyalıodasındandüşenkelimeler,duygusuzluk)lar…

1465160_782405258460841_4517123181349031575_n